Empati ne kadar çok duyduğumuz , artık idealize etmeye başladığımız ‘Empatik ol sende canım biraz’ diyerek önümüze gelen herkese hap şeklinde pazarladığımız iletişim cambazı olmaya başlamış bir kavram.
İnsanları birbirine yakıştıran, hatta grup yapan birbirlerine yönelik empati geliştirme kabiliyetidir. Ayrıca kişiliğimizdeki değişimler empati kurduklarımızın eliyle daha kolay gerçekleşir. Fazla empati küpüne zarar verir.
Evet empati güzeldir, kullanışlıdır, verimlidir ama insana ait mekanizmalar empatiyle sınırlı kalmaz. Mesela empatinin bir de karşı komşusu vardır ki namı ‘ötekileştirme’dir. Empatiyle ortak tek özelliği aynı apartmanda oturmasıdır. İkisi de duygu apartmanındadır ama duyguya dokunma şekilleri farklıdır. Empati başkasının duygusunu damarlarımıza enjekte etmeye yararken ötekileştirmede başkasıyla aramıza koyduğumuz mesafeyle, ben o değilim duygusuyla ‘ben’in yaygarasını yapmaya,benliksel bir haz damıtmaya çalışırız.
Empati enjektörlük yaparken ötekileştirme duvar örmeye yarar. İşi, değil karşı tarafı hissetmek, onunla kendini aynı odada hissetmemek için ‘öteki’ yapmaya yarayan tuğlaları birer birer dizmektir. Çünkü ötekileştirdiğiniz an sebep-sonuç ilişkisi kurma ihtiyacınız kaybolur. ‘Neden böyle yapıyor?’sorusunu anlamsız bulur,elinizde barkotlar etiketleme ve ötekileştirmeyi her şeyden daha kolay görürsünüz. Ötekileştirme ister bu düzeyde olsun ister daha hafif, girdiği toplumu psikolojik eksende moleküllerine varana kadar bölen, kategorize edip kendi dışındaki diğer bütün kategorilere tepeden bakan bir tür mikrobik hastalık gibidir.
Siz Hangi Kaptan Alırdınız?
İşte hepimiz bir ömür boyu bu çift yönlü markaj altında yaşarız. Morpheus’un uzattığı mavı ve kırmızı haplardan (empati-ötekileştirme) her an birini seçeriz. Filmde bunlardan biri sizi hayal dünyasına (Matrix dünyasına) bağlarken diğeri gerçeğe bağlıyordu. Yine öyle oluyor:
Empati size gerçek dünyadan, gerçek duygulardan sesler fısıldarken ötekileştirme bir hayal dünyasına ,ötekilerle savaşıldığı matadorlar arenasına sizi davet eder. Herkes sectiği hapa göre bir duyguya ışınlanır.
Empati kurduğu kişilerin neden-sonuç ilişkilerini anlayıp hayata bir an olsun onlar gibi bakarken ; ötekiledikleriyle arasına ördüğü duvarın ayaklarının altında yükseldiğini ve bu sayede de büyüdüğünü sanır.
Ötekileştirmede kişi hayatı köşelerden ibaret bir altıgen,yedigen(kişiye göre bu sayı artar durur) geometrik harita şeklinde görür.
Bütün toplumu bu 6-7 köşeye dağıtır. Kendisi ve kendi gibi düşünenleri de bir köşeye toplar. Ve hayatı bir ömür boyu sadece altıgen içindeki kendi açısından seyreder durur. Tuttuğu köşeyi ne kadar benimserse diğerlerini de o ölçüde kendine uzak tasarımlar.
Hatta bir noktadan sonra değil diğer köşedekilerle empati kurmayı yavaş yavaş onları ‘insan’ gibi bile görmemeye başlar.
Örneğin canlı bombalar. Onlar için diğer köşedekiler o kadar öteki olmuştur ki kendileriyle birlikte havaya uçanların insan olduğunu bile hissetmezler. Pimi çekmenin kolaylığı ‘ötekileştirme’ye vasıl olmakla ilgilidir.
Altıgenin diğer köşesindekileri artık eli, kolu olan ancak farklı bir canlı türü gibi görmeye başladıkları an her ley daha kolay olur.(Nitekim 11 Eylül’ün pilotu Atta’nın bekleme salonunda oynarken seyrettiği ve birazdan kendisiyle birlikte öleceğini , öldüreceğini bildiği çocuktan –kendisinin de baba kavramına yabancı olmamasına rağmen!- hiç mi hiç etkilenmemiş olması da bunun ifadesi.)
Psikopat dediğimiz kişilik hastalığının temel özelliği empati kurma mekanizmasının sıfırıncı noktasını temsil etmeleri ve kendi dışındaki herkesi ‘öteki’ görmeleridir. Yani onlarda empati kurmak varoluşsal donanımlarıyla ilgili teknik bir özürdür. Psikopatoloji doğuştan getirilen bir rahatsızlıktır.
Ama mesele sadece doğuştan getirilmez bu psikolojik rahatsızlıklar. Adım adım inşa da edilebilir. Ötekileştirme kültürünün benliğinize verdiği dayanılmaz haz da sizin diğer tarafı öyle bir itmenize sebep olur ki psikopatolojiyle aranızda sadece ince bir çizgi kalır.
İdeolojik kamplaşmalar, ten rengine göre sınıfsal ayrımlar, başının üstündekine göre grup kimlikleri kurmalar kendi kolonisini ilan edip diğerlerine savaş açmalar, kafatasçı milliyetçilik yapısı asında bu patolojinin(hastalık) sosyal ve artık normal kılığına girmiş versiyonlarıdır. Ötekileştirmenin dayanılmaz hafifliği içinde benliksel yoga yapanlar varlıklarını bu reddettiklerinin üzerine kurmuştur.
‘Nesin sen?’ diye sorarsanız önce ne olmadıklarını tarif ederler. Bu sayede hem kinlerini ötekileştirme adındaki vakumla boşaltmış hem de benlikleri üzerinde bir kağıttan kale yapmışlardır. Ötekiyle araya örülen her duvarla kendine bir odacık yapılmış ve derin bir benliksel haz damıtılmıştır, görev tamamdır.
Bir gün ötekileştirdiklerinizle seyahat yaparken otobüsün lastiği patlar. Beraberce yolda kalırsınız. Beraberce sıkıntı çeker, beraberce geç kalırsınız. Yaşadığınız bir tek ortaklık, onu bir an için anlamanızı sağlar. Bir an o siz gibi, siz o gibi olmuşsunuzdur. Kazayla da olsa empati gerçekleşmiştir. Bir an için ezber bozulmuş, empati kültürü başlamıştır. Birbirinizi o an iyi anlarsınız ve bu anlama bir anda kalıpların dışına davet eder sizi. Patlayan lastiğin mecburi ‘empati istikameti’ başka empati fırsatlarını da keşfetme yolculuğuna dönüşür. Ve bir zaman sonra anlarsınız ki aslında bir ezberin, iki ayrı söylemin bilinçdışı aktörü olmuşsunuz o zamana kadar. Nefretiniz sempatiye, ben bilirim’ciliğiniz empatiye doğru ton değiştirir. Ve insan olma paydasında birleşmenin huzuruna doğru tamir olmuş lastikler ve ‘empatik düşünme’ yapısıyla yepyeni duraklara doğru yol almaya başlarsınız. Tabii eğer geç kalınmamışsa.
(Alıntıdır)
Popüler Psikoloji Yazıları
Uzman Psikolog Erhan Özden